Günlük ilişkilerde, hiç kimse diğerine rastgele davranma hakkına sahip değildir. Öteki ile ilişki kurduğumuz andan itibaren davranışlarımızda onun varlığını dikkate almak zorundayız. Onun varlığını dikkate almak demek "ölçü” ile davranmak demektir. İlişkilerin kaliteli olması, herkesin davranışını ölçü ile ortaya koyması ile mümkündür. Bu ölçünün somutlaşmış ifadesi "kural” olarak karşımıza çıkar. Kurallar, kişiler arası ilişkileri rastgelelikten kurtaran ve kaliteli iletişim kurmamızı sağlayan hükümler,
düzenlemelerdir. Bu düzenlemelerin bir yanı özgürlük alanı ise diğer yanı yasaklar alanıdır. Böylece diyebiliriz ki, kurallar insanların özgürlük alanlarını güvence altına alır. Bir anlamda, "yapma hakkına sahip olduklarımız”a, "yapma hakkına sahip olmadıklarımız”dan vazgeçerek ulaşırız.
Çocuğun eğitimi ve yetiştirilmesi sürecinde de en önemli ve en sorunlu alanlardan biri, kurallarla ilgilidir. Anne-babalar ve öğretmenler, çocuğun davranışlarında ölçülü olmasını ve belirlenen kurallara uygun davranmasını sağlama konusunda oldukça zorlanmaktadırlar. Pek çok yetişkinin kafası şu sorularla ve sorunlarla doludur:
- Hangi kuralları uygulamak gerekir?
- Kurallara uyulması nasıl sağlanmalıdır?
- Kurallara uyulmadığında ne yapılmalıdır?
Çocuğun sosyalleşmesi demek, kurallar dünyasında yaşamayı öğrenmesi demektir aslında. Sosyalleşme kavramı, çocuğun, çevresindeki diğer çocuklar ve yetişkinlerle iletişim kurarak sürdürmeye daha fazla istekli olması, bunun için çabalaması ve bu ilişkinin gerektirdiği davranışları sergilemesi demektir. Bu sürecin kendine özgü kurallarının olması kaçınılmazdır. Literatürde ifade edildiği gibi, aslında çocuklarla ilişkilerde kuralların varlığı değil, kuralların nasıl uygulanması gerektiği sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Okul öncesi dönemde, genel anlamda bakıldığında "kural bilinci” yoktur. Yani çocuklar yapılması gereken ile yapılmaması gerekene, kural olduğu için değil, otorite istediği için uyar. Ancak bu dönemde ebeveynin, yine de çocuğun bilincine yatırım yapma adına, kurallarla ilgili mantıksal açıklamak yapması gerekir. Ancak ebeveyn, açıklama yaptı diye, çocuktan kurallara hemen o andan itibaren düzenli olarak uymasını beklememelidir. Bu gerçekçi bir beklenti olmaz.
Çocuklar 6-10 yaşları arasında kurallarla ilgili bilince sahip olurlar. Bu yaşlardaki bir çocuk için kurallar vardır ve uyulmalıdır. Ancak kurallarla ilişkisi tutucudur. Yani kuralların duruma ve ortama göre değiştirilebileceğini düşünmez. Oyunlarında kuralları değiştirmeden, ilk öğrendikleri şekliyle oynamaya devam ederler. Çocuğun bu sabit fikri, kurallara tamamen uyduğu anlamına gelmez. Fırsatını bulduğu durumlarda elbette kural dışı davranışlar sergilerler.
Yaklaşık olarak 10 yaşlarından sonra, soyut düşüncenin de gelişmesine bağlı olarak kural bilinci esner ve zenginleşir. Artık kurallar mutlak değildir. Tartışılabilir, sorgulanabilir ve ihtiyaca bağlı olarak değiştirilebilir. Bir davranışın kendisinden daha çok arkasındaki niyet önemlidir. Bu dönemde çocuk aynı zamanda ergenliğe de girdiğinden, davranışların ardındaki niyeti anlamaya çalışırlar. Bu niyeti anlama çabası bazen alınganlıklarla, bazen de anlayış ve hoşgörü ile sonuçlanabilir.
Anne-baba ve öğretmenlerin çocukların "kurallar dünyasında yaşama” bilincini kazanmasında oldukça belirleyici bir rolü bulunmaktadır. Aslına bakılırsa anne-babanın çocuk yetiştirme ile ilgili olarak oturup konuşmaları ve belirli bir ortak bakış açısı geliştirmeleri gerekir. Bu bakış açısının önemli bir boyutu da, çocuğa uygulanacak kurallar ve uygulama şekli ile ilgilidir. Ebeveynin tutarlı ve kararlı olması ancak bu bakış açısındaki ortak paydaya bağlıdır. Eğer belirli bir bakış açısı yoksa ya da eşler arasında ortak payda oluşturulamıyorsa, çocuğun eğitiminde kararlı ve tutarlı olmak da mümkün değildir.
Anne-babanın ya da öğretmenin çocuğa "hayır” deme ve "sınır koyma” hakkı vardır. Ancak bu sınırların konmasında, unutulmaması gereken nokta, "çocuğun iyiliği”dir. Amaç yetişkinin, kendisini tatmin etmesi değil, çocuğun gelişimine katkıda bulunmasıdır. Çocuğa kural koyarken, her zaman için şu sorunun sorulması gerekir: "Benim belirlediğim bu kural ve uygulama çocuğun gelişimine katkıda bulunuyor mu, bulunmuyor mu?” Soruya verilen cevap samimi olmalıdır. Öfke anları da dahil, soruya verilen cevabın sürekli hatırlanması gerekir.
Bu düşünceyi merkeze koymadığımızda, yetişkinin kişisel "kuralcılık”larını meşru sayma tehlikesi ile karşı karşıya kalabiliriz. Pek çok anne-babanın ve öğretmenin kafasında sayısız "-meli, -malı” vardır. Çoğu beklenti, çocuğun yaşına uygun değildir. Bu listenin sonu da hiç gelmez. Ortalık kuraldan geçilmez haldedir. Bu liste, ebeveyn için gereklilikler, çocuklar için ise sıkıntı listesidir. Bu kurallarla ilgili yetişkinlerin esneme payı da neredeyse yok gibidir. Çünkü doğru olan şey, tüm davranışların "mutlak kurallar”a göre düzenlenmesidir. Görüntü itibariyle aslolan çocuk olsa da, gerçekte aslolan kurallardır. Çünkü kurallar, yetişkinin kontrolü sürekli elinde tutması anlamına gelmektedir. Kuralcılığı sayesinde, ilişkinin kontrolünü elinde tutacağını hisseden ebeveyn böylece kendini rahatlatmaktadır. Oysa ilginç olan şu ki, davranışları kontrol altına alma çabası arttıkça kontrolü kaybetme riski de artmaktadır.
Yetişkinlerin çocuklarla ilişkilerinde olması gereken olarak sıklıkla dile getirilen yaklaşımlardan biri de "kararlılık”tır. Kararlılık, çocuğa "evet” dendi ise evetin, "hayır” dendi ise hayırın arkasında durmaktır. Bir davranışa verilen tepki, istikrarlı bir şekilde sürdürülmelidir. Bu, çocuk eğitiminde son derece önemli ve kritik değerde bir doğrudur. Ya verilen söz tutulacaktır; ya da tutulamayacak söz verilmeyecektir. Çocuğun kurallarla ilişkisinin düzene girmesi, yetişkinin kararlılığına bağlıdır. Bazı yetişkinler çocuğu ile ilişkisinde kararlı tavrı sergileyememekte; bazı yetişkinler de kararlılığı öfkelenme ile karıştırmaktadır. Çocuğun talepleri ve bu taleplerine ulaşabilmek için yaptığı manevralar karşısında, yetişkinlerin bir çoğu, sabır ve sükunetini kaybetmekte ve kısa süre içinde abartılı öfke tepkileri verebilmektedir. Öfke, bir kararlılık ifadesi değil, çocuğun manevraları karşısında yenilgi ifadesidir. Öfke ile ortaya konan kararlılık, çocukta bir değerin gelişmesine değil, daha çok karşı öfke duygusunun gelişmesine neden olmaktadır. Kaldı ki, öfke ve buna bağlı olarak çocukla kavga etmek pek de yetişkin davranışı değildir. Kavga, muhatapla edilir ve bu anlamda çocuk bir yetişkinin muhatabı değildir ve olmamalıdır.
Kararlı davranmak, belirli bir sakinlikle buluştuğunda istenen sonuçları verebilir. Amaç, çocuğu bastırmak değil, bir davranışın gelişmesini sağlamaktır. Sonuçta davranışın değişmesini sağlamak da basit ve kısa süreli bir şey değildir. Bu nedenle çocuk yetiştirmede sabırlı olmak kaçınılmaz bir durumdur. Belirli bir kural ve buna bağlı kısıtlama karşısında, çocuğun yalvarma, bağırıp çağırma, inatlaşma, ağlama, kendini yere atma gibi manevralarına asla teslim olmamak gerekir. Çocuğun yapacağı gösteri, izleyicisi olmadığında bir süre sonra sona erecektir. Ancak bu gösteri bittiğinde de ilişkinin küsme ve tehdit şekline de dönüştürülmemesi gerekir. Aksi halde gösterilen kararlılık, yetişkinin sonrasındaki çocukça davranışları yüzünden başka sorunlara dönüşebilir. Kriz bittiğinde ilişkinin hemen normale çevrilmesi gerekir.
Çocuk yetiştirmede, uzun süre "doğru”ları yapmamış anne-babalar ya da öğretmenler, çocukta istenmeyen davranışlardan bazılarının yerleşmiş olmasına neden olmuş olabilirler. En başından itibaren doğru stratejilerle yetiştirilen çocuklarda, kriz anları daha kolay çözümlenebilirken, yanlış stratejilerle yetiştirilen çocuklarda daha zor çözümlenmesi doğaldır. Çocuğu ile ilişkisinde ve kuralların uygulanmasında sorunlar yaşayan yetişkinlerin, çaresiz birinin çırpınışları gibi çözümler araması değil, öncelikle bu sorun üzerinde samimi ve ciddi şekilde düşünmesi, ihtiyaç duyarsa profesyonel biri ile sorgulama yapması aklın gereğidir. Sorunu çözmeden geçirilen her saniye, çocuğun yanlışı doğru olarak algılaması demek olacaktır. Bunun sorumluluğu da büyük ölçüde anne-babaya ait olacaktır.
Hayatımızın iki döneminde "hayır” deme eğilimimiz ve sıklığı [...]
24 Temmuz 2017 PazartesiAnne-babalara “Çocuğunuzu yetişkinlik çağında nasıl görmek i [...]
15 Kasım 2017 ÇarşambaDoğu toplumları ile batı toplumları arasındaki temel farklar [...]
14 Ağustos 2017 Pazartesi